CANAN AYDIN/BİRGÜN
ÂŞIK SİNEM BACI’NIN DAHA SÖYLEYECEK SÖZÜ VAR...
Eminim birçoğunuz şimdi aynı ritimde söylüyorsunuz yukarıda yazılı olan ağıdı. Kiminiz Sevinç Eratalay’dan, kiminiz İlkay Akkaya’dan, kiminiz ise Selda Bağcan’dan dinliyor… 30 Mart 1972 katliamı yazdırmış bu ağıdı Sinem Bacı’ya. O gün ne internetten indirilecek MP3’ler ne de CD-kaset, hiçbiri yoktu. Sözlü gelenekten gelen ozanlar vardı. Sazın, sözün bir olduğu, tarihin kültür taşıyıcılarıydı. O da üstüne düşen görevi fazlasıyla yapmıştı. Bağlaması omzunda söyleyecek sözü vardı. O gün söylediği söz bugün marş olmuştu Sinem Bacı’nın. O da zaten “Beni kimse bilmez ‘Oy Dere Kızıl Dere’yi bilirler” diyor.
Sinem Bacı’yla yolumuz gazetede kesişti. Bağlaması elinde içeri girivermişti. Ozan gelir de iki çift laf etmemek olur muydu? Sinem Bacı, Zara’nın Alevi köylerinden Gürpınar’da doğup yetişmiş. Bağlama’yı da henüz 19 yaşındayken eşi Âşık İhsani’den öğrenmiş. O ise biraz gönül koyarak “70’li yıllarda Âşık İhsani’nin eşi olarak bilen bilir. Ama o hiçbir zaman söylemezdi bunu” diyor ve “O benden hiç bahsetmedi. Benimle gittiği yerlerde hep bundan kaçtı. Kırgın gitmişizdir birbirimize…” diyerek âşığın aşka küskünlüğünü anlatıyor.
Gelin görün ki bu aşka gelmeden önce neler yaşamış Sinem Bacı. Müziğe ilkokulda başladım derler ya işte öyle başlamış Sinem Bacı’nın hikâyesi. Köyünde ilkokula başladığında öğretmenin gözde öğrencisiymiş. Her bayramda şiir okumak, türkü okumak onun görevi olmuş. Hâlâ gözlerindeki sevinçle “Öğretmenimin gözde öğrencisiydim. Şiir bana okutulur, türkü bana söyletilirdi” diyor. İlkokul öğretmeni bir eczacıymış Sinem Bacı’nın. Belki de gönüllere deva olması da buradan geliyor.
SADECE OKULUN DEĞİL KÖYÜN DE GÖZDESİ
Daha o zamanlar siyasi bir ozan olduğunu söylüyor. “60’lı yıllardı. Öğretmenim o dönemin Cumhuriyet gazetesi okuyucusu bir eczacıydı. Ankara’dan gelmişti” diyor. Köy okulunda soğuk kış günlerinde sobayı tutuşturmak için getirilen gazetelerden öğrenmiş sosyalizmi, kavramları. Gün olmuş devran dönmüş ve Sinem Bacı, değil okulun köylünün de gözdesi olmuş. Haksızlığa gelemeyen Sinem Bacı’nın ilk isyan ettiği öğretmeni olmuş. Çünkü, “Öğretmenim eczacıydı. İlaç getirir köyde parayla köylüye satardı. Bu öğretmen köylüyü sömürüyor diye bağırdım. Yani benim sınıf bilincim o yaşlarda başlamıştı. Köylü, emperyalizmi sömürüyü bilmiyordu ki. Ama tabii ben o zamanlar büyük yazarların köşelerini okuyorum ve sınıf bilincini öğreniyordum. Ve bunun üzerine kafa yoruyordum” diyor.
BİR İSYANDIR KIZILDERE
Sözümüz dönüp dolaşıp ‘Oy Dere Kızıldere’ye geliyor: Önce derin bir iç çekiyor, gözlerinde ıslaklık belli belirsiz süzülüyor… Alıyor sözü eline ve başlıyor anlatmaya: “Yaşım daha küçüktü, dağılmış bir ailenin çocuğuydum. Büyük şehre okumak için öğretmenim sayesinde geldim. Sonra yaşım küçük olduğu için her işyerine giremiyordum. Yaşım büyütülerek çalışmaya başladım” diyor duraksayarak. Ne tuhaf değil mi? Bu ülkede kiminin yaşı büyültüp asılıyor kimisi ise yaşı büyütülerek işçi yapılıyor... Sinem Bacı devam ediyor yine: “Benim yaşımı da işçi olabilmem için büyüttüler. O işyerinde sendika çalışmalarını öğrendim. İşçi olmayı öğrendim ve militan oldum. Günlerden bir gün ustabaşı gazeteyi getirip önüme attı. ‘Birkaç tane daha komünistin kellesi gitti’ dedi. Ben tabii feryat ettim. İşte o gün yaşananların isyanıdır Kızıldere.”
O gün, Kızıldere’yi yazdırmış yazdırmasına ama bedeli işten atılmak olmuş. Bin bir zorlukla girdiği işten de atılınca yapacağı tek şey kalmış: Devrimci olmak…
‘TARİHİN TANIĞIYIZ, BİZDEN KORKMASINLAR’
Bugüne dair kırgınlığı ozanca anlatıyor. Zaman zaman yapılan festivallerde kendisine yer verilmediğini söylüyor. “Kültür gecesi diyorlar, kültür festivali diyorlar ama kültürünüzü temsil eden biz ozanları çağırmıyorlar.”
Ozanların kültür taşıyıcıları olduğunun vurgusunu yaparken “Tamamen siyasi nedenlerden dolayı beni çağırmıyorlar. Ozanlar insanlara sınıf bilincini hatırlatır, insanları coşturur. Sistem yanlıları maalesef engel oluyor. Biz tarihin tanığıyız, bizden korkmasınlar” diyor.
Sinem Bacı’nın geçmişe olan özlemi büyük. Geçmişi anlatırken, “Yüreğimi acıtan ilkokuldan üniversiteye kadar o ne saygıydı. O nasıl güzel yüreklerdi. Her yürek coşkuluydu. O insanların saygısını özlüyorum.”
SAYGI BEKLİYORUM
Yıllardır halk ozanlığı yapmış birinin saygı beklemesinden doğal ne vardı ki? O da zaten öyle söylüyor, biraz saygı diyor: “Saygı bekliyorum. Doluyorum taşıyorum engelleri aşamıyorum. Eserlerimi gerçek müziği bilenlerle paylaşmak istiyorum. Ben öldükten sonra kıymete binmek istemiyorum. Yaşarken görmek istiyorum. O kadar çok bestem var ki, halka duyurmak istesem de ömrüm yetmez.”
Şu günlerde herkesin ozan kılıfına girdiğini söylüyorum. Gülüyor. “Eline her bağlama alan ozan değildir. 80’li yıllarda eline her bağlama alan ozanım dedi. Ee ben de saz çalıyorum ben de ozanım diyen çok oldu. Gençler de sandı ki ozanlık böyle bir şey. Hayır. Saza vuruyorum oldum bittim ozan. Yok öyle yağma...”
Ne yazık ki aradan 38 yıl geçmesine rağmen Kızıldere’den günümüze her gün yeni ağıtlar ekleniyor. Hele ki şu günlerde söylenecek en doğru söz yine “Dere böyle durulmaz, gence kurşun sıkılmaz” oluyor.